Yaylalar ve Ağustos Böceği

Yaylalar ve Ağustos Böceği

Mustafa ÖZTÜRK

Yaylalar deyince köy yaşamında önemli yeri olan, güzel yaşanmışlıkların hatırasını anımsatır bana. Hele de bizim köyde (Ballıkaya) bir zamanlar köyümüz kültürüne damga vurmuştur.
Gençlerimiz bilmezler, köylülerimizin göçtükleri Alaçayır, Kayabaşı, Horunoğlu Çukurcaçimen, Çeki adıyla beş tane yaylamız vardı. En çokta Alaçayır’a göçülürdü.
Bu yaylaları ancak doğum tarihi 1980 den önce olanlar bilirler.
Çünkü bu yaylalara eski köyün afet nedeniyle yeni yerleşim yerine taşınmasıyla 1987-1990 tarihi itibariyle göçülmez oldu.
Yayla yaşamı bizler de çok hatıralar bıraktı. Hâlâ o yaşadığımız güzel günleri andıkça hep içimizi geçiririz.
Akşam olup yaylaya gitmek isteyenleri, tatlı bir telaş kaplardı.
Kimi yaylacılar yayla vaktini, Ballıkayalara gölgenin gelişine göre ayarlardı. Zira o vakit herkeste saat yoktu.
Yaylaya genellikle bayanlar, gençler ve çocuklar giderdi. Erkekler köyde kalıp buğday, bahçe, bostan işleriyle uğraşırlardı.
Yaylaya gidecek bayanların belli gurupları olurdu. Daha çokta yakın komşular birbirleriyle gitmeyi tercih ederlerdi.
Yaylaya at ve eşekle gidilirdi.
Yayla yolunda türküler söylenir, sohbetler edilir, dedikodular edilir, şakalaşmalar olurdu.
Ayrıca genç kız ve erkekler birbirlerini tanır, kur yaparlardı.
Alaçayır’a yaklaştığımızda, Bıyıkoğlu dediğimiz yerde nohut tarlalarından nohut yolar(çalar)dık.
Alaçayır’a vardığımızda koyunlar kuzular meleşir, eşekler anırır, köpekler ürür herkes bir tarafa koşuşur, koyunları, keçileri emzirir süt sağarlardı.
Sabah olduğunda, Annelerimiz eşeği hazırlar, heybeyi eşeğin üzerine koyar, bir gözüne yanığa doldurulmuş ayranı, öbür gözüne…
Sabahleyin pişirilmiş sıcak sac ekmeği, tereyağı, kaymak koyar, hafif olursa dengeyi sağlamak için bir taş koyarlardı. Sonrada eşeğe biner; üzeri temiz bir bezle örtülmüş hengil * ile yoğurdu elimize tutuştururdu. Köye giderken Harman Yerini, Düldüz Dedeyi geçip Ağbayır’a vardığımızda, aşağıya doğru inerken elimizdeki hengil ile yoğurt çalkalanıp bir kısmı dökülürdü, annemiz babamız da niye dikkat etmedin diye bize kızarlardı.
Başpuğar’a yaklaştığımızda iğde çiçeklerinin kokusunu fark ederdik. Su arkını geçip Hasinin Bektaş'ın bahçesinin üzerinden, Kılıç Aligillerin bahçesinin arasındaki yoldan giderken, iğde çiçeklerinin kokusu bizi mest ederken, bir adına da köyümüzde çırzı denen ağustos böceklerinin kulaklarımızı sağır edercesine çıkardıkları
Sesler, bize öyle güzel müzik olarak gelirdi ki…
Hiç unutamadığım anılarımdan biridir…
Her gün bu yoldan gelip geçerken, sanki bin kişilik bir orkestra ile melodik müzik ziyafeti veren ağustos böceklerinin varlıklarını nasıl sürdürdüklerini merak ettim.
Ağustos böceklerinin bu çığlıkları sanki insana bir felaketin habercisi gibi gelirken, bir yandan da büyük bir orkestranın Mozart'ın, Çaykovski'nin, Beethoven'in bilmem kaçıncı senfonisini çalıyorlarmış gibi dinleyip insana huzur veriyor…
Bilimsel adı cicadidae olan Ağustos böcekleri, toprağın altında tam 17-18 yıl larva halinde kalırmış. Toprağın üstüne Haziran ayından sonra çıkmaya başlayıp, dört hafta yaşayıp eşleştikten sonra ölüyorlarmış.
Ağustos böceklerinin sadece erkekleri ötermiş. Karın altlarında ki kasların kasmalarıyla bu sesleri çıkarırlarmış.
Demek ki La Fontaine'in yıllarca okunan ‘Ağustos Böceği İle Karınca’ hikâyesinin bir kurgu olduğu da ortaya çıktığı da bilim insanlarınca ispatlanmış oluyor. Ağustos böceğinin dört haftalık ömrü için kış ayı için hazırlık yapmasına gerek yokmuş…
Yayladan gelirken, Başpınar’ı geçip Yazır’ı, mezarlığı geçip, Yukarı Köprüye doğru inerken, dalları eşeğin üzerinde yüzünü çizecekmiş kadar uzayan vişne ağacının meyvesinden iki tane koparıp yemeden geçemezdik.
Yıllarca üzerinde oyun oynadığımız deve taşını geçip, nihayet Köyün girişindeki Ağpuğar’a ulaştığımızda eşek küründen su içerken bizim de bir tas su içmememiz ayıp sayılırdı.
Adına türküler yakılmış yaylalarımızdaki güzellikleri yaşayanlara, yaşayamayanlara selam olsun…

* Genellikle bakırdan küçük su kabı

Yorumlar

Popüler Yayınlar