Eski Ballıkaya'da Yaşam

Eski Ballıkaya'da Yaşam

Yusuf ÖZEROL
Bizim eski köy bildiğiniz gibi 1986 yılına kadar aşağıdan bir ucu Çakşağın başından Cabilli’nin damından aşağı bahçelere Sarallıklara, Değirmen önlerine giden yol; bir ucu Ebilenin damından Çeki tarafına Göçet'e, Küroğlu'na giden yol; bir ucu Haceli Öğretmenin evinin oradan yani Çaşırlık’tan İğdir, Delikbaşı vs gibi yerlere giden yol; bir ucu İncirin damından yani Tösmecik’ten köyün üst tarafı olan bu yol Kösharmanı’nında yakınında olup hem İğdir’e hem Mıroğlar’a hem Çeki’ye, Arguvan’a doğru giden yol idi ve Tösmeciğin biraz yukarısında bulunan Kös harmanından giderdi. Yolun bir ucu da Valyoğ Dedenin oğlu İlyas Tuna'nın evinin oradan olmak üzere bu yolda yukarı doğru gidince kös harmanına çıkar. Evin altından gidince ise Yazırlara, Küroğlu’na, Çeki’ye Öğeçe’ye vs gibi yerlere giderdi. Bildiğimiz kadarıyla köyün en işlek yolu Arguvan ve Hekimhan yolu ile eskiden Yağca tarafından Malatya ya gidilen yollardı. Zaten bu yollar kışın kapanırdı kardan kıştan. Ben burada daha eskilere gidemiyorum ancak 1972’li yıllardan sonrasını yani benim yaşımın el verdiği yılları benim ilkokul yıllarımın geçtiği yılları sizlere aktarmaya çalışacağım. Bunun haricinde de köyün yaşlılarının söyledikleri birkaç sözü de ekleyeceğim yazıma. 
1970’li yıllar zaten bildiğiniz gibi ülkemizin en çalkantılı yılları idi. Bu konuyla ilgili yorum yapmak bana düşmez ama ister istemez ülkemizin ortak sorunu olunca köyün durumunu da etkilemiş oldu haliyle... Kıbrıs savaşı döneminde de çok zorluklar yaşadık ülke olarak.1972 yılında ben köyde ilkokula başladığımda 60’dan fazla öğrenci ile iki öğretmen vardı köyde 1.2.3, sınıfları biri okutur,4,5 sınıfları ise diğeri okuturdu. Civar köylerden de birkaç öğrenci geliyordu köyümüze.
O zamanlar köyde karakolda vardı. Karakol hemen okulun yanında biraz çaprazındaydı İğdir tarafına düşüyordu okulun. Karakolda bir Astsubay ve genelde dört adet er bulunurdu. Ben ilkokula başladığımda köyde çok insan vardı. Özellikle evlerin birbirine çok yakın oluşu çoğu hısım ve akrabanın bir arada oturup sohbet etmesini sağlardı. En aşağıda Cabilli varmış İmam dede varmış günün birinde. Cabilli otururken hep ayaklarını duvara dayayarak otururmuş derlerdi. İmam Dede ise güzel saz çalıp söylermiş aynı zamanda babam gibi taş duvar ustası imiş. Beraber çalışmışlar ev yaparken bazı yerlerde.
Karakol komutanımız vardı -Allah rahmet etsin- ismi Galip Çavuştu. Eşi Naciye Teyze oğulları Hamza Ağabey, Zeki Ağabey ve bir de benim yaşıma yakın olan Nevzat vardı. Köyde Polis İsmail’in evinde otururlardı. Çok iyi insanlardı. Halen Hamza ağabeyle de görüşürüz kendisi İstanbul’da oturuyor.
Ben ilkokula başladığımda bizim öğretmenlerimiz Eğitmen Çolak Abidin (Öztürk) ve Vahap Hoca idi. Rahmetlik Satı ebem bir gün okula eğitmenin yanına gitmiş "Abidin, bizim Yusuf’u döğme" onun bünyesi zayıf çok üzülür” demiş, oda yok döğmeyip de yüzüne bastık mı sereceğim” demiş. Anlayacağınız eski öğretmenler yeri geldiğinde çok fena döverlerdi öğrencileri ama öğrenciler de hiç bir zaman karşı gelmezdi, bazıları hariç tabi ki. Onlar kendilerini bilirler.
Bizler ilkokul döneminde öğretmeni gördük mü kaçar saklanırdık. Nedenini pek bilmezdik ama psikolojik olsa gerek. O yıllardan bu yana çok şeyler değişime uğradı. Sabahları okula gelirken cebimize tarhana, elma, armut kakı, kırılmış ceviz, kayısı çekirdeği gibi şeyler koyardık, teneffüslerde bunları yerdik.
Köyde eskiden geçim kaynağı olarak genelde buğday, nohut, mercimek ekerlerdi. Hayvanlara vermek için ise fiğ, arpa ekerlerdi. Zaten eskiden hemen hemen her evde mal davar olurdu. Malı davarı olanlar baharda yaylaya göçerdik. Alaçayır’ı bilmeyen yoktur ama eski hali bambaşkaydı. Köyün gençleri, kızları yayla yollarında çok türküler söylemişlerdir yaylaya gidip gelirken. O zamanlar yaylaya giderken herkes bir eşeğe biner uzun bir kuyruk oluşurdu yollarda sanki tren vagonu gibi. Ağbayır Düldüz Dede buralar yayla yollarının gidiş geliş yeriydi bu gidişlerde de heybelerine yaylada yemek için azık koyarlardı. Yayla çok serin olurdu akşamları yün yorganla yatardık. Zaten baraka gibi bir yerdi evlerin yapısı. Taşları üst üste yığıp üzerine de ağaç uzatarak onu da naylonla çalı çırpıyla kapatırdık soğuk olmasın diye. Yaylada üç mahalle vardı. Aşağı Alaçayır, Orta Alaçayır, Yukarı Alaçayır diye. Bizler bu şartlar altında yıllarca yaşadık yaylalarda.
Her evin bir köşesinde yağ, peynir, çökelik koymak için toprağı eşerek yapılmış birer kuyu bulunurdu, bu kuyulara da yağ kuyusu denirdi. O zamanın gençleri, kızları şimdi torun sahibi oldular bile. Ama bence hiçbiri o günleri o anıları kalbinden silememiştir hiç birisi. Şu yolların dili olsa da konuşsa derler ya. Gönül yarası kolay kolay kapanmaz tabi ki. Düşünecek olursak hayatımız zaten anılarla dolu. Yayladan bahsetmişken Alaçayır’la ilgili bir anımızı anlatayım sizlere.
Yılını tam olarak hatırlamıyorum ama o zamanda köy yukarı taşınmamıştı daha. Bir gün köydeki arkadaşlar bir karar alarak sazlı sözlü olarak Alaçayır da piknik yapalım diye karar alarak 35-40 kişi yaylaya gittik. Tabiî ki mangal var davul zurna var köyün öğretmeni, ebesi var, genelde kafası türkü söylemeye halay çekmeye yatkın arkadaşlar gitmiştik oraya. Gittiğimizde yaylada evi olanlarda vardı onlardan bazıları da iştirak ettiler pikniğimize. Tüm pikniğe gelen arkadaşları hatırlayamıyorum isim olarak ama Elif Halamgilin Ali Ekber Abi bile türkü söylemişti piknikte.

Kızılcıklar oldu mu
Selelere doldu mu
Gönderdiğim çoraplar
Ayağına oldu mu

Piknik gece 11-30 da sona erdi. Düşünün 30-40 kişi gitmişiz oraya bazılarını özellikle bayanları oradaki oturanlara misafir edip gecenin aydınlığında ayın ışığında geri köye gelmiştik.
Yine bir gün de Çeki Babaya gitmiştik aynı kalabalık orada da vardı. Çok güzel bir ziyaret olmuştu bizim için. Aynı ortamı şimdi gerçekleştirmeye kalksak çoğu gelmez diye düşünüyorum. Çünkü eski ortam farklı idi. Düşünün eskiden Hekimhan'a yaya olarak gidip gelirdik. Kışın daha da zordu gidip gelmek. Ama şimdi 1-2 kilometrelik yere bile arabalarla gidiyoruz. Yürümek bizi yoruyor. Vücut hantallaşınca bünyede çabuk yoruluyor. Şimdi arabalara binilip piknik yapılıyor sonrada tekrar arabalarla geri dönülüyor. Aslında kısmet olursa gelecek yaz kalabalık bir grup olarak Ulupınar, Ayranca, Kayabaşı, Çeki Baba, Sivrice, Göçet gibi yerlere gitmek lazım diye düşünüyorum. Konumuzun biraz dışına çıktık ama ne yapalım insan özlüyor eski günleri.
Biliyorsunuz köyün geçim kaynaklarından biri buğdaydır. Eskiden herkes buğday ekerdi. Kar amacıyla değil de un, bulgur yapmak için samanına da hayvanlara yedirmek için ekerlerdi. Hele bir şahra taşıma gibi bir olay vardı ki insan deli oluyordu bu duruma, birde yollar rampa ve çalılık olursa vay halinize. Şahra devrildi mi zaten şansınız yok ya şahrayı orada bırakacaksınız eşeği alıp ekin tarlasına geri döneceksiniz ya da yardım çağırıp şahrayı tekrar yükleyeceksiniz. Ben de çok şahra taşıdım Özellikle Ecedamı vardır oradan harmana şahra getirmekle deveye hendek atlatmak arasında pek fark yoktur sanırım olayı yaşayanlar bilirler ancak. O zamanlar traktör yoktu zaten Rahmatlik Encümenin traktöründen başka. Onun şoförü de Arguvan'ın Eğribük köyünden gelirdi oda rahmetlik olmuş galiba ismine de kör Hüseyin derlerdi. Harmanların bir araya getirilip patoza verilmesi de başka bir anıydı bizler için. Köyde en son buğdayını düvenle süren veya patoza veren Alöğ Emminin oğlu Hüseyin Emmi (İmam'ın babası) olurmuş genelde. Onun harmanı yaşa yağmura kalırmış çoğu zaman. Özellikle mercimek, nohut gibi tahılları düvenle sürerek tanelerini ayırırdık. 

Ben iyi hatırlıyorum bizim Bostan çukuru denen yerde harman yeri vardı. Orada çok düven sürdük bazen öküzlerle sürerdik daha sonrada öküzü satınca merkeple sürmüştük. O günden bu güne neler değişti dersek çok şey değişti. Tabi ki çevresel dengeler de değişti bunun yanı sıra.
O zamanlar genelde herkeste mal davar vardı yazın yaylaya göçerdik bunun yanı sıra bağa bahçeye de göçerdik. Çoğu kimsenin bahçesinde damı vardı yazın 3-4 ay bahçede damda otururduk. Hem meyvelerin sulama, toplama işini yapardık hem de bahçeler serin olduğu için tercih ederdik. İnsanlar çok güzel bir ortam yakalamışlardı eski köyde. Maddi olmasa bile manevi bir zenginlik vardı herkeste. Gaz lambasının ışığında otururduk eskiden. Akşamları el lambasıyla giderdik evlere misafirliğe. Evlerde tuvaletler dışarıdaydı. Yollar dar ve araçların köye girmesine engeldi. Kışları çok kar yağdığında imece usulü karları komşular bir araya gelerek kürürdük. Hayvanlar korkusundan kardan dolayı dışarıya çıkmak istemez ürkerlerdi beyaz karı görünce. Onları sulamaya götürdüğümüzde sağa sola kaçarlardı hava almak rahatlamak için.
Eski insanlar o zamanlar mutlu muydu bilinmez ama benim tek bildiğim o zaman insanlar daha da yardımseverdi, daha da dost canlısıydı, daha da özveriliydi. Ama şimdi bakıyoruz özellikle son zamanlarda arazi ve ev yüzünden insanlar birbirleriyle konuşmaz olmuşlar. Farz edin ki o arazi ve ev hiç olmadı. Devlet evi yaparken sadece bir kişinin adına yaptı oda içinde oturan kişinin adına. O zaman niye bu küskünlükler kavgalar mahkemeler. İşte bu yüzden eski köyde yaşam farklıydı. Çünkü o insanların böyle bir kaygıları ve istekleri yoktu. Herkese selam ve sevgilerimle…

Köyün aşağısından başlarsak Çakşağın dere, ta aşağılara Çatağa kadar giden bir su koludur. Çakşağı geçmeden önce bir kolu Mercen Pınarı'nın bulunduğu yerdeki bentten ayrılarak Değirmen önlerine devamında Goğuzlara doğru gider. Çakşağı geçtikten sonrada yine aynı su dereyi takip ederek Dayım İbrahim Erol’un bahçeyle Ayıbın Cafar’ın sınırı olan dereden borulara alınarak Sarallıklara doğru gider Yukarı değirmen önünden sonra Sarallıklara giden borunun önünde boşluk bırakılarak bu boşluktan da yine borularla giden su toprağa gömülen borulardan geçmek suretiyle Goğuzlara gider. Bu nedenle de Değirmen önünden giden borularla giden su birçok bahçeye hayat verir. Eski köyden aşağıdaki bahçelerin büyük bir bölümü bu suyla sulanır.
Eskiden Yukarı değirmen önünde ve Sarallık'ta İmam Dedenin değirmeni varmış. Değirmenin işleyişine şahit olmadım ama eskiden özellikle Sarallık'taki değirmen daha sağlam vaziyette idi. Ama son yıllarda heyelandan ve bakımsızlıktan iki değirmende yıkıldı ancak kalıntıları halen yerlerinde durmaktadır.
Eskiden su daha çoktu yağmur ve kar çok yağdığı için. Şimdi olsa zaten su az olduğundan çarkı döndüremeyeceği için o değirmenler çalışmazdı.
Şimdi ele ayağı tutan insanlar sulu tarlalara kayısı dikerek geçimlerini de ona bağlamış durumdalar. Ama ne yazık ki su kaynakları artık günden güne azalıyor günümüzde. O yıllarda hemen hemen her yerde doğal kaynak suları vardı. Kireçlikte, ağılın önünde, Sarallıklarda, Boyalıklarda alabildiğince kaynak suyu çıkardı. Biz ekin biçerken hiç su sorunu yaşamazdık o çevrede. Ama günümüzde bu yerlerde ne su var nede ekin biçiliyor.
Diğer yönden Ağtarla tarafına baktığımızda orada da su sıkıntısı yoktu Sivrice’den çıkan kaynak suları Üslücetepe’den, Kamışlıgol’dan Karacapınar’dan ve bu istikametteki derelerden çıkan doğal kaynak suları buralardaki bahçelere hayat verirdi. Bu sular derelerdeki sularla birleşerek ta Çatak yöresine kadar ulaşırdı. Oradan da Göçet deresine karışırdı Mihayil’e (Başkavak) varmadan.
Özellikle Garacapınar’ın suyunun da kaynak olarak yerin altından çıktığını ve soğuk bir suyu olduğunu herkes bilir. Bu suya yoğurdu koyduğunda yağını suyun yüzüne çıkartırdı, karpuzu çatlatırdı yaz günü ama kışın aynı su ılık akardı. Aşağıya doğru dereye karışarak Ağtarla’nın olunun kesiştiği yer olan Ektirligilin kayısı bahçeleri ile Abidöğün Yüğ dediğimiz tarlanın da bulunduğu yüğden aşağı Goğuzlarla sınır koşmuşu olan bu araziden aşağıya yüksekten akardı burada bizler suyun kenarını kapatarak yaz günleri bazen çimerdik (yıkanırdık). Yine orada da bir kaynak suyu çıkardı Abışdede ve Şıhı Dedegilin bahçeleri vardı orada elma ağaçları dut ağaçları... O çeşmenin ismi biraz farklı olduğu için burada ismini yazmayacağım.
Ağtarla’ya giden yolun üzerindeki birinci dere Sivrice’den gelen suyla, ikinci deredeki su da Belpınar tarafından ve Minnetin çayırı dediğimiz yerden çıkan sularla beslenirdi. Bu tarlalarda çok güzel ve bakımlı kayısı ağaçları vardı. Kapıgıranın Hacı, Karaoğlan, Yuğlunun Ayıp, Encümen Minnetin Hasan bu tarlalarda yetiştirdikleri kayısılardan çok güzel verim aldılar zamanın birinde. Oysaki günümüzde bu arazilere giden doğal kaynak suları ve dere suları kuruduğundan ağaçlarında çoğu kurudu. Aşağıya doğru indiğimizde Şaşoğun Süleymen, Başöğler, Sülü Baba, Gara Hüseynin Hamza, Ece damı yolu üzerinde İpşirlerin bahçeleri vardı. Başkavak ve Çatağa giden yolun geçtiği Ağtarla’nın derede çok su vardı o zamanlar. Bu derenin akarında Çorlunun Hasan Emminin Ceviz ağaçları vardı. Ayrıca bir de yoncalığı vardı bayırdaydı etrafı da meşe ve hurma ağaçlarıyla çevriliydi. Burada az yonca biçmemiştik günün birinde. Bu yolun devamında Yokuş yukarı Ecedamı’na, düz yoldan Heyikbaşı’na, aşağı yoldan da Çatağa giderdik.
Çatak’ta da yine kayısı bahçeleri vardı Mustafa Çelik (Merdan’nın babası), Memmet Dede, Hüseyin Çelik Şıhı Dede'nin bahçeleri vardı o zamanlar.
Yüğün altı denen Kireçlik tarafında (Goğuzla Çatağın karşısında bulunan yerde) yine Kürt kızı, Hüseyin Çelik. Memmet Dede vs gibi kişilerin bahçeleri vardı. Bu bahsettiğim bahçeler genelde kaynak sularının dere sularıyla birleşmesi sonucu oluşan sularla sulanırdı. Ama günümüzde baktığımızda bu kaynak sularının çoğunun tamamen kurumuş olduğunu görmekteyiz.
İğdir tarafında Belpınar, Delikbaşı taraflarında da çok su vardı bir zamanlar ama daha sonra çoğu kaynak suları kurudu. Yılların kayısı ağaçları birer birer kurudu, halende bazı bahçelerde ağaçlar susuzluktan veya ilgisizlikten kuruyor. Bir taraftan dikiyoruz bir taraftan da söküyoruz ağaçları. Kavak ağaçları zaten birkaç yer hariç hiç kalmadı. Herkes kesti kavakları parada etmez oldu eskisi gibi. Artık meyve kasaları bile plastikten yapıldığı için tahtada pek para etmiyor. Benim küçükken gezip tozduğum bahçeler tarlalar vardı bu yazımda bu civarlardaki eski günlere ele almış oldum. Bunun yanı sıra köyümüzün su kaynakları da günden güne azalmaktadır. Bu yıl yağan karlar inşallah bir nebze su ihtiyacımızı karşılar. Artık köyün gençleri de bağa bahçeye sahip çıkıp atalarının mirasını koruyup kollamalılar. Nöbet sırası onlarda artık köyün geleceği de onların ellerinde.
2012 yılının Herkese bol kazançlar getirmesi dileğiyle.


Çorlu, 12 Aralık 2012

Yorumlar

Popüler Yayınlar