“Eskiden Çatak ile Alaçayır arası türküydü…”


“ESKİDEN ÇATAK İLE ALAÇAYIR ARASI TÜRKÜYDÜ…”

Süleyman ÖZEROL
“Eskiden Çatak ile Alaçayır arası türküydü…”
Abdullah Öztürk, 2008, Ballıkaya 

Yer kayması nedeniyle Ballıkaya köyü 1987 yılında yeni yerleşim yerine taşındı ve içme suyu sorununa çözüm aranmaya başlandı. Yüzyıllardan beri yayla olan Alaçayır’ın suyu köye getirildi. Kayadibi yöresindeki Meyreyin Göze’nin ile birleştirilerek 400 tonluk depoya bağlandı.

Her yaz olduğu gibi, 1988 yazında çevreyi gezmeye çıktığımda Alaçayır’a uğradım çayırlar kurumuş, bıngıldaklar yere yapışmıştı. Ne su, ne kurbağa, ne davar-sığır, ne at-eşek, ne tavuk-horoz, ne köpek, ne de insan sesi vardı. Koyaklardan keklik sesi gelmediği gibi Yataktaşı, Sayağlı, Kuşboku kayalarının üzerinde dönen kartallar, yaylanın aşağısındaki düzlüklerdeki akbabalar da görünmüyordu. Yurtlar yıkılmış, bomboştu! Hem yayla, hem de yaylacılık ölmüştü! 

Altmışlı yıllarda köyümüzün jandarma karakolunun komutanı Galip Çavuşun oğlu Hamza Sezer ile ilkokul dört ve beşinci sınıflarda birlikte okumuş ve Akçadağ İlköğretmen Okulunu da birlikte kazanmıştık. Ballıkaya’yı kendi köyü gibi benimseyen Hamza, “Köyümüz” adlı şiiriyle 1967’de okuldaki bir şiir yarışmasında ikincilik ödülü almıştı. 

Ballıkaya derler köyümüzün adına 
Doyulmaz yoğurdunun kaymağının tadına 
Atına malına davarına 
İyi bakar bizim köylüler 

Alaçayır koymuşlar yaylamızın adını 
Ballıkaya’dan akan tatlı balını 
Kaynaklarından akan suyunu 
İyi kullanır bizim köylüler 

Yokuştur Ağtarla’nın yolu 
Kaysı dersen bizim köyde dolu 
Yerlere değiyor elmanın dalı 
İslim yapar bizim köylüler 

SEZER köyünü anlatır 
Hepsini bir bir söyletir 
Çiçekleri mest eyletir 
Ağaç severdir bizim köylüler 1

Ben de Alaçayır’a bir şiir yazmıştım: 

Alaçyırdır adın 
Çok tatlıdır tadın 
Yoğurdun, yağın, kaymağın 
Sığırların davarların her şeyin 

Koyunların kuzuları meleşir 
Keçilerin oğlakları dolaşır 
Büyüğü, küçüğü hep insana alışır 
Körpen, çebişin, toklun her şeyin 

Üst yanında sıra sıra kayalar 
Çobanlar burada davar yayarlar 
Kızlar, gelinler tezek, çalı toplarlar 
Boldur, kıymetlidir senin her şeyin 

Çardakların çadırların yurtların 
Dağda gezen ayıların kurtların 
Sığırlar içinde katırların, atların 
Düvelerin, tosunların her şeyin 

Ben burada seni öğerim 
O soğuk suyuna hasretlik çekerim 
Seni anmak için terler dökerim 
Anılacak, aranacak her şeyin 2

Yıllar sonra, “Ben Gezeyim Bu Yerleri” şiirimde Alaçayır’ı ve Ballıkaya’nın doğal güzelliklerini şöyle dile getirmiştim: 

Alaçayır güzel yayla 
Koyakta davar yayıla 
Derelerden suyun ala 
Ben gezeyim bu yerleri 

Kayalar var kale gibi 
Ormanlıktır Kayadibi 
Çetin yer Darıderesi 
Ben gezeyim bu yerleri 

Ballıkaya koca kaya 
Kayabaşı yukarıda 
Barık’ta büyük mağara 
Ben gezeyim bu yerleri 

İk’ağızlı iki katlı 
Akpınar’ın suyu tatlı 
Başka bir kaya Kurşaklı 
Ben gezeyim bu yerleri 

Böğürme ormanlık oldu 
Yaban domuzları doldu 
Kayalar geyikler yurdu 
Ben gezeyim bu yerleri 

Her yanda kaysı bahçesi 
Artar köylümün neşesi 
Çıkar âşıkların sesi 
Ben gezeyim bu yerleri 

Telsiz telefon kuruldu 
İyi kötü bir yol’oldu 
Köyüm yeniden kuruldu 
Ben gezeyim bu yerleri 

Gelin görün buraları 
Yine de var sorunları 
Özerol yazar bunları 
Ben gezeyim bu yerleri 3

Alaçayır’ın bu acıklı görünümü beni oldukça etkilemişti. Temmuz ayında akrabalarımızdan Mustafa Çelik’in Dağınlıbölük yöresindeki bağ damında kayısı toplarken, dayımın oğlu Yusuf Erol ile birlikte Alaçayır’ın bu konumunu dile getiren bir şiir yazdık. Şiiri, 1983 yılında Haydaroğlu köyünün yanındaki derede traktörün devrilmesi sonucu ölen, İğdir köyünden (Aslen bizim köylü) Güşü Çavuş’a, Niyazi Demirtaş (Yazıhan 1950) ve Bayram Demirhan (Hekimhan 1964) tarafından yakılan ağıtın ezgisinden esinlenerek seslendirdik. Malatya’ya dönünceye kadar da birçok kez birlikte saz ile çalıp söyledik. 

İlk yazdığım biçimi şöyle; 

Alaçayır'a Vardım 

Yaylasına vardım göbelek bitmiş 
Çayır çimen solmuş dikenler bitmiş 
Yaylaya konanlar nereye gitmiş 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele

Yaylasına vardım kuzu melemez 
Seslerim seslerim yârim ses vermez 
Yaylam harap olmuş kimseler gelmez 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele

Yaylasına vardım yurtları boştur 
Gökyüzünde dönen alıcı kuştur 
Çalma âşık çalma gönlüm sarhoştur 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 4

Şiiri, 11 Aralık 1988 günü Malatya’da beş dörtlüğe çıkarıp, türkü bağlantıları ekleyerek zenginleştirdim. 

Alaçayr’a Vardım 

Alaçayr’a vardım suları bitmiş 
Çayır çimen solmuş dikenler bitmiş 
Yaylaya konanlar nereye gitmiş 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 
Gel’ele de benim canım gel’ele 

Alaçayr’a vardım kuzu melemez 
Seslerim seslerim yârim ses vermez 
Yaylam harap olmuş kimseler gelmez 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 
Gel’ele de benim canım gel’ele 

Alaçayr’a vardım içim sızılar 
Yüz evlik zamanı gönül arzular 
Türküler söylerdi berici kızlar 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 
Gel’ele de benim canım gel’ele 

Alaçayr’a vardım yurt viran kalmış 
Bıngıldak çayırlar nasıl sararmış 
Ne yılkısı kalmış ne yozu kalmış 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 
Gel’ele de benim canım gel’ele 

Alaçayr’a vardım yurtları boştur 
Gökyüzünde dönen alıcı kuştur 
Çalma âşık çalma gönlüm sarhoştur 
Gel’ele de benim gülüm gel’ele 
Gel’ele de benim canım gel’ele 5

1994 yılında Ballıkaya’da özel bir kasete okudum. Dinleyenlerce beğenilen, Hüseyin Başaran’ın “Bizim Köy”ü gibi ilgi toplayacağına ve yaygınlaşacağına inandığım türkünün sözlerini, aşağıdaki notu da ekleyerek İstanbul’da değerlendirmek isteyen Yusuf Erol’a gönderdim. 
Yerel sözcüklere (Berci, bıngıldak, yılkı, yoz, yurt...) dikkat edilerek ve düzenleme yapılarak okunabilir. Yerellik yiterse ulusallık, ulusallık yiterse evrensellik anlam kazanmaz. Bu nedenle özü bozmamaya özen gösterilmeli. Eserin müziği (Daha doğrusu eşlik edecek çalgılar) zenginleştirilerek “Estrumantal” olarak da düzenlenebilir.” 
İstanbul, her konuda olduğu gibi müzik konusunda da kocaman bir “kazan”. (*)Bu kazanda pişmekte (ya da pişirilmekte) yarar var.” 6
Sonra mı? Sonra konu öylece kaldı... 
Zaman zaman “Alaçayr’a Vardım”ı çalıp çağırırken yiten yaylacılık geleneğini, oradaki anıları anımsar, Alaçayır’ın acıklı görünümünü gözümde canlandırırım...


25 Mart 2003/MALATYA


1 25 Nisan 1967 – Akçadağ
2 1968 Akçadağ
3 8 Eylül 1985 - Malatya
4 18 Ağustos 1988 – Ballıkaya
5 11 Aralık 1988 – Malatya
(*)Aşağıdaki özdeyiş bu konuyu en güzel bir biçimde açıklar:
“İstanbul bir kazan, tut kulpundan sen de kazan”
6 12 Mayıs 1998

Yorumlar

Popüler Yayınlar